2 Şubat 2014 Pazar

             ESKİDEN RÜYASINDA UÇANLARA
   Çocukken zamanın akmadığı o yerde özümüze dönüp kanatlanırdık geceleri. Annemizin okul için dürtmelerinden önce ki o uykular ne tatlıydı değil mi? Ve dürtülerek uyandırıldığımız bu dünya; zamanla daha gerçek geldi gözümüze. Adaptasyon refleksiyle katıldıkça da bu eskimiş gidişe, iyice yapıştı üzerimize. Artık özgürce şekilden şekile girdiğimiz o tatlı rüyaları da göremez olmuştuk çaresiz. Bunun önemli bir nedeni: Gözlerin, gündüz olduğunda aynı benliğin devamlılığıyla açılmasıydı hayata. Rüyalar gibi sürprizler ve kesintiler de azdı bu dünyada üstelik. Benliğin devamlılığı, bağlanılan ve kaybetmekten korkulan şeyin ta kendisiydi artık. Uçmayı önleyen o zincirin ta kendisi.
   İşte bu korunaklı benlik algımız, gelişen bir bebeğin beyninde nefes alan ilk algımızdır. Bu algı öyle kuvvetlidir ki tüm diğer algılarımızı da beynimizin sınırlarına kilitler. Varoluşun ağırlığı, işte bu sınırlara meydan okumanın zorluğundadır. Yeni keşif ve icatların yarattığı gelişmiş dünyalar da bu sınırları zorlayan cesur delilerin hayalleriyle şekillenir. Ve bizler de bu yeni hayal dünyalarına ayak uydurabildiğimiz ölçüde “deli gibi mutlu” olunan o cennetlerde gezinebiliriz ancak. Bu da öncü velileri, öcü deliler gibi gösteren yapışık düzene fazla saplanmış tutuculardan biri değilsek mümkün olabilir tabi.
   Bir de tüm bunların içinde bambaşka bir dünyanın hayalcileri vardır. Anlattıklarını kavramakta zorlanırız. Beynimizde; “Peygamberler ve onların dinleri” olarak sınıfladığımız yerde yaşayan uç hayalcilerdir onlar. Ya onlar, aslında o uç hayallerinde, geleceği anlatmaktalarsa ve şu an buradalarsa ne olurdu dersiniz?Yoksa siz Muhammed’i bir deli, miracı da basit bir rüya mı sanmıştınız? Herşeyin hızla değiştiği bir dünyada yaşanan bir din günü; sürprizini eskinin içinde saklanan bir yeniyle yapsa çok mu şaşırırdınız? Tanrı’nın hiç terketmediği bu dünya yine O’nun planı dahilinde bu güne hazırlandı. Ya biz hazır mıyız?
   Unutmayın ki sevinçle pencereden düşen bir bebeğin tek suçu; uçtuğu rüyalara inanmasıdır. Ve inanmanın tek başına uçmaya yetmediği açıktır. İşte bize lazım olan, ayakları kanat yapabilecek bir derin bilgidir. O gizli bilginin açılış vakti gelmiştir. Levh-i Mahfuz ismiyle okumamızı beklemektedir.
   Öyleyse açın pencereleri bütün dünya yeniden uçsun. Tanrı’nın doğumgünü kutlu olsun. Levh-i Mahfuz ile rüyayı gerçeğe çeviren veli çocukların eliyle dürtülmelere hazır mıyız? Bu sefer de benlik dünyasından çıkıp o tatlı rüyalara uyandırılmaya hazır mıyız? Rock Yeah!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder