30 Aralık 2013 Pazartesi

                      MİSKETLİ HAYAT
     Cepinde misketle sokağa salınmak gibidir hayat.

-Biri misketim az der ve çoğaltmak için uğraşırken, akşam ezanı okunur döner eve ve mutsuzdur.
-Biri misketlerim ne güzel aman bozulmasın diye korkup saklanırken bir köşede, akşam ezanı okunur döner eve ve mutsuzdur.

-Diğer ikisi paylaşmıştır misketlerini. Ne kaybetmekten korkarlar ne de kazanmaya adanırlar onlar. Onlar sevgiyle oynarlar. Akşam ezanı okunduğunda elele dönerler eve ve mutludurlar.

Evde hiç misketleri sormaz anne babalar. Sadece çocuklarının mutlu olup olmadığına bakarlar.
TEKTEN BAKARIZ
Bir kurulu saat gibi insanlık
Bekliyor vakti, geçsin karanlık
Bilen, sese kulak kabartmış
Bilmeyeni bekliyor şaşkınlık
O, ol dediğinde elbet olur insan
Bitti mi pekiyi altı günlük zaman?
Bugüne dünden geldik sansak da
Ya gelecek vaadi için ise yaşanan?
Halden hale girer ruh
Hayallerde yaşar ruh
Öğrenip gelişir de
Kemale erip doğar ruh
Dönüşlerle dolu yaşarız
Düşünerek yolu açarız
Ölüp doğarız yeni hayale
Biz bize tekten bakarız.

28 Aralık 2013 Cumartesi

KİMİM BEN DEMEDEN KİMSİN SEN DİYENLER
Biri Girmiş Makasla Bahçeme. Ne Demeli ki…
Hem çiçek bahçesine gelip sürekli hem de elinde makasla gezenlerin, sundukları güzellikler nedir acaba dünyaya? Alay edilen başa gelince ah demek ihtimali varsa şu hayatta, susmak daha güzeldir bazen. Kızmıyorum yine de kimseye. Çünkü biliyorum ki öfke bitmeden yürekten o makas da düşmez tabi elden. Yargılamak serbest kardeşim ama sadece kendini. Kim bilir belki zaten başkası da yoktur olduğun o yerde 
Sorarım size? Kimim ben demeden, kimsin sen diyenlerin yönü dışa mı bakmaktadır içe mi? Ve o aranılan cevaplar dışta mı yoksa içte mi? Yöne karar vermeli önce. Sizce de gereken bu değil mi?
ŞSG deki doğru yönü anlatan cümlelerin değerini biçemedim bak şimdi. Hesaplayabilir misiniz acaba siz aşkı? Hah buldum. Dindigo'daki huşu ölçeri getirin bana


                         KORKUYORUM ÖYLEYSE ÖĞRENİYORUM
   Korkular, korumasız olduğunu düşünenlerin zihninde yaşarlar. O zihni kontrol eden ise gerçekte inandığımız şeyin ne olduğudur. İnançlarımızla yüzleşmeden ve onları yenilemeden içinden çıkamadığımız o cehennemde, korkakça oturmaya devam edeceğiz.

   Korku içinde ürpermiş oğlum küçükken yanıma geldi. Hayaletli bir video izlemişti arkadaşıyla. Oturduğumuz odada o gece, onun içini rahatlatan bir çağrı yaptım yüksek sesle. En büyük cesaretin kaynağını anlattım bildiğim kadarıyla.

   Dedim ki: “Tüm cinler, periler, hayaletler, öcüler ve insanlardan; korku salmayı seven her kim varsa orada! Saldırın bana, eğer gücünüz Allah’ın gücünü aşmaya yetiyorsa.” Bunun üzerine yaptığımız konuşma ile rahatlayan oğlum o gece rahat bir uyku çekmişti.

   Çünkü bildiğim bir şey var benim. O’ndan izinsiz, bir zerre bile dokunamaz bana, ne de kopabilir benden. Ve O, her şeyi benim iyiliğim için ister. Nasıl sevdiğini bilirim beni ve hiç şüphe etmem. İşte ben, bir TEK bu bilgiye sarılırım yaşarken. O darılmaz ve terk etmez beni asla. Öğretir hayallerde hayat bulan canlılığımı; nasıl sevinçle mutluluğa dönüştürebileceğimin yollarını.

   Kendi öğrenciliğimden örnek verecek olursam. Bundan çok uzun seneler önce bir hayalin içinde yaşarken buluverdim kendimi (Zaten hayalden başka nerede yaşanabilir değil mi?). Bir coğrafyada, bir bedenin içinde, farklılıklarla dolup taşan ve sürekli değişen bir hayaldi bu üstelik. Yaşamın omuzlarıma binen ağırlığından kaçmayı denedim önce. Kaçıp keyif ve mutluluğun peşine düştüm. Keyif almayı ve mutlu olmayı herhangi bir sebeple ilişkilendirip ona bağımlı olduğumu gördüğünde ise sabit ve yapışkan bu miskinliğimi kırmak için kaybetmeyi öğretti o da bana. Anladım ki izin vermiyordu akışkan hayatı durdurma girişimlerime. Pekiyi bu sahip olma ve sahip olunma duygusu bana neden yasak? Tabi ya! Kaybetme korkusundan kurtulmamın tek yolu değil mi bu? Sahip olmadığım şeyi kaybedemem ki. O bana korkmamayı öğretiyormuş meğer. Sahip olunma duygusunu yasaklarken de kimsenin beni zincirlemesine izin vermememi anlatıyormuş meğer. Yaşamı özgür olmadan sürdürmemi istemediği içinmiş tüm bu bağımlılık yapanlar meğer(sizi gidi gizlenmiş şeytanlar sizi). Akmalı öyleyse şimdi. Kimseye muhtaç olmadığımızın bilgisiyle, hiç durmadan ve hiç korkmadan.

   Ne diyebilirim? Bilmiyordum o zamanlar, benim durmamın aslında herkesi etkilediğini. Bencilliğin aslında kaçmak demek olduğunu bilmiyordum. Keyif ve mutluluklarımın neden kısa sürdüğünü, içimdeki o tatsız huzursuzluğun sebebini şimdi anlıyorum oysa. Artık kaçmamayı da öğrenmeye başladım diyebilirim. Kaç kere kaybettim ve kaç kere yeniden denedim bilmesem de farklı bir şeyler oluyor bende bugün. Anladım ki ben kaçtıkça sen de kaçarmışsın, sen beni unuturmuşsun kaçtıkça ben de seni. İnsanları gruplara bölüp kavgalar ettiren gizli patronlar varmış başımızda bağlarımızı koparmamız gereken. Meğer biz tanışıp sevinçle birleşmek için yaratılmışız şimdi daha iyi anlıyorum. En farklı olsan da benden sevgili kardeşim, seni seviyorum.

   Evliliği yaşamak istediğimde de yardım etti bana. Bağımlı olmadan bir sevgiliye bağlanmayı denediğim o yolda, dengeyi bulmamı sağladı. Sevgiyle bağlayan ve mutluluğu koruyup çoğaltan o sadakat kanatlarını açmayı öğretti bana. Anlıyorum ki o hep benimle. Onun öğrencisi olmak ne güzel. Asla yalnız yürümediğimin bilinciyle yürüyorum ben.

   En son tüm bunların sebebini de öğretirken bana, bir kitabın(Güzel Kur’an) içinden çıkan akraba bir kitap(Güzel Levh-i Mahfuz) vardı ellerimde. ŞŞŞaşkınlığım, akrabalığın içindeki o AŞK ile gülümserken başım öyle döndü ki ben beni kaybettim o gün. Eski beni güle oynaya defnederken şöyle diyordum içimden: Eskiden tek öğretmenimi çok severdim ama şimdi O’na Aşığım. Hep mutlu olmayı ve bitmeyen Aşk’ı yaşarken; ölümlü olmak ne güzel.

26 Aralık 2013 Perşembe

Hayaller de gerçektir.Ama onlar bir üst gerçekliğin düş-ünsel işlevidir.Canlılık tüm bu gerçeklik hiyerarşisi arasındaki o kopmaz tek bağdır
O bağı öğrenmek ve canlı olduğunu hissetmek isteyenlere
Levh-i Mahfuz tavsiyemdir.

25 Aralık 2013 Çarşamba

              DOĞAÇLAMA
Bana HİÇİ sordular.
Ben de İÇİME sordum.
O da bana,
Benden başka H.ayal eden İÇ yok,
Ben TEK’im dedi.

Tanrı zar atmaz” dedi biri,
Öbürü “Bu kaos ne pekiyi” dedi
DOĞAyı seven tanrının
DOĞAÇlama yaptığını unutan,
Hayalleriydi oysa hepsi.


Ortayı attı biri,
Ufkunda yumuşattı diğeri,
Harmanlayıp yazıverdi deli.
Ve hepsi gülümsedi.
...ZAMAN DELİKTEN GEÇTİĞİNDE...
Levh-i Mahfuz’a inanıyorum. İnanmayan da kalmasın(r.k).
Benim için varlık tektir. Bu haberi bana getiren değiştirilmemiş kaynak ise Kur’andır. Onun haberini açıklayan da Levh-i Mahfuzdur. Alemlerin Rabbi Allah bize gerekeni aracısız öğretir ama elçisiyle sunar. Ben konuşurken hakan aleminden konuşurum, sen kendi aleminde bu söylediklerimi kendi sesinle duyarsın. İnanabilirsen de inanırsın, dokunabildiğin kadar da tutarsın.
Anladığım o ki; tüm alemleri ayrı sansak da “zaman delikten geçtiğinde” o tek bağlantı görünecek. O vakit tüm ayrılık sesleri de kesilecek. İşte o vakit geldiğinde herkesin affedileceğine inandığım için şimdi kendimi ve herkesi affediyorum. Affetmeyi ve sevmeyi sevinçle öğreniyorum. Levh-i Mahfuz dolsun tüm kalplere(r.k.)

Kim Suçlu

                        KİM SUÇLU

   Sen uyurken seni kilitli kapılar mı korur sanırsın? Ya da doktorların her hastasını kurtarabildiğini mi? Yanlış tespitlerin üzerine kurduğun hayatını zindana çeviren sensin ama hep başka suçlular aramaktasın. Söyle bana: Kilit mi suçlu yoksa o doktor mu? Ölümsüzmüş gibi dolaşan o bedenine ne de çok bağlanmışsın. Haydi koş oyna desem, yerinden kımıldayamazsın. Korkma! Ey rüyaların meleği desem sana, beni anlar mısın?

Geçici olan sensin
Durmadan biriktiren de

Geçici olan sensin
Sıkıca bağlanan da

Geçici olan sensin
Geçene ağlayan da

Geçici olan sensin
Boşuna korkan da

Geçici olan sensin
Sevmeyi unutan da

Kalıcı olana dönmek için
Geçici olandan geçmek lazım da

Geçici olan sensin
Geçmeyi başaramayan da

15 Aralık 2013 Pazar

             SENİN TANRIN bAŞKa MI?
Tanrıya inanman birşey değiştirmez ama nasıl bir tanrıya inandığın herşeyi değiştirir.
Seni cehenneme atmaya hazırlanan bir tanrın varsa korkar ve kaçarsın ondan.
Zamanı geldiğinde, seni yaratanın, sana olan öfkesinin anlamsızlığını görürsün. 
Korkun azalır ve sorarsın ona. Neden?
Cevaplar sessizliğin sonunda seni bekler. Aşk ile beraber. Sonra yalnızlık biter, sonsuza kadar.
Eğer kaynağı bulursan içinde, anlarsın. 
Karanlık ve soğuk, sen aşk ateşini yak diye var. 
O ateş dönüş yoluna ışık tutar.

11 Aralık 2013 Çarşamba

            KUR’AN.TÜM VE AŞK
      Kuantum fiziğinin ilkelerine göre bir parçacık ancak bir gözlemci tarafından gözlendiğinde belirli bir hız ve konum kazanır. Gözlemci yoksa parçaçık belirsiz yapıdadır ve tüm olasılıklarda bulunabilir.
      Gözlemcinin tüm olasılıkları teke indiren bu özelliği aslında ‘GÖZLEMCİNİN TEK OLUŞU’nun kuantum fiziğine saklanmış deşifresidir. İnsanın şaşkınlığını gizleyemediği sürpriz hediyesidir bu. Kuantumu anlamak için ise önce tek olanı tanımak gerekir.               Şimdi bu bilgiyi bize taşıyan ve kuantum fiziği ile aynı zamana saklanmış olan o kitaba dokunun. Levh-i Mahfuz okuyun. Kim olduğunuzu bir de ondan dinleyin. Ve hatırdan çıkarmamalı şu gerçeği: Tüm sevdiklerinizden daha güzel birşey varsa ve özünüzü onda buluyorsanız, aşıksınız demektir. Selam olsun hepimize,

29 Kasım 2013 Cuma

       HABER BÜLTENİ
   Çözümü konuşalım. İyi patronu tenzih ederim öncelikle. Gelelim diğerlerine. Bir patron çalışanlarını sömürmek istediğinde en korktuğu şey isyandır. Bunu engellemek için yapması gereken ayrılık çıkarmaktır. İnsanları ayırmak için önce onları farklı olduklarına ikna etmek gerekir.
   Din, siyaset, ırk, cinsiyet, dil hatta fanatikleştirilmiş spor takımı taraftarlığı… Liste ne kadar uzarsa o kadar ayrılır insanlar. Ve bu konulardaki muhabbetleri de hiç bitmemelidir. Medyanın geniş gücü de kullanılarak bu sistem korunur. Karamsar haber bültenleri “Haline şükret sen.” desenli kavga ve korkuların reklamıdır aslında. Patronların eziciliğinin el birliği ile unutturulduğu bu ortamda dertler hiç bitmez. Hatta dertlerin sevilmesi ve mazoşist köleciklerin yaratılması için arabesk şarkılar bestelenir. İsyan da kadere, tanrıya, sevgiliye akıtılırak hedef saptırılır. Yeter ki birlik olup uyanmasınlar da…
   Tüm yöneticiler için tek konu budur işte. Kardeşliği unutturmak. Boyutu bir fabrika da olsa, bir ülke de olsa değişmez bu konu. Farklılıkları bir ayrılık olarak benimsetebilmek için sürekli uğraşırlar. Böylece öfke beslenir, birlik bozulur yarattıkları sistemde.
   Birliğin sağlandığı gün ise eşitliğe inanmayan tüm bu efendilerin de son günü olacaktır. O gün çok önceden haber verilmiş Din günüdür. Şeyhtan’ın Son Günüdür. Ayrılık çıkarmak için harfleri, kelimeleri bile sembolleştiren tüm şeyhlerin dillerini yutacağı gündür o. İçimizdekiler de dahil. O gün gelmeden daha çok kalbin sevgiyle tanışması için Levh-i Mahfuz okumalarını diliyorum. Sevgi dolu ve öfkesi alınmış bir kalple o güne girebilmemiz dileğiyle.
       ŞERİATIN KESTİĞİ ŞEYHTAN(parAmak) ACIMAZMIŞ

   Para bir araç. Fakat kimileri o araçları öyle zincirlemişler ki kendi garajlarına kimseye kalmamış yettiği halde. O araçları hırsla biriktiriyorlar durmadan. Bu hırsla kısılmış gözlerden nasıl geçsin ki yumuşak gözyaşları. Bu yüzden görmüyorlar farkında olmadan işledikleri cinayetleri. Nasıl alkollü olanlara öldürmesin diye araç kullanmayı yasaklıyorsak; bu hırslı zenginlere de harcamamayı yasaklamalı bir şekilde.

   Hmmmmm. İşte kısır döngü de burada başlıyor. O hırslı arkadaşlar var ya! Onlar zaten bu hırsları yüzünden zengin olmamışlar mıydı? Şimdi nasıl değiştirebilirler ki onları o yapan bu davranışlarını? Devrim şart onlara. Şeyhtan’ın Son Günü kitabında var o devrim. Hayretle okunulan, zekat konulu bölümde. İşte böyle şeriat istiyorum şimdi ben. Kesseler: Acımadı ki… Acımadı ki… yapacağım söz. Ve olacak bir gün bu şeriat eminim.

   O gün hepimiz, yeni araçlarımıza binerken şöyle düşüneceğiz sanıyorum. Para bir araçtı. Ve bu araç ciddi atılımlar yapmamızı sağlayan bir motivasyon kamçısı oldu eskiden. Görevini tamamladı ve emekli olma zamanı geldi. Çünkü artık zaman değişti. Zaten robotik devrimin gelişi Levh-i Mahfuz’dan belli değil miydi? Tüm canlılığı birleştirecek yeni aracımızın adı ne güzel. SEVGİ. 4 deği 5 harfli. Selam hepimize, sevgi ile.
Varsa yıkılmaz dediğimiz tabularımız. Onların yıkıldığı yer olur tabutlarımız.
Gözler görmüyorsa bazı şeyleri, uzun zamandır gözyaşlarıyla temizlenmedikleri içindir.
Peşinde koştuğum hayalin büyüklüğü kadar yalnızlaşıyorum. Gerçek dostlara yaklaştığımı bilsem de; sarılamadığım herkes kadar taşıdığım hüzün.

25 Kasım 2013 Pazartesi

ŞSG GELMEDEN RAHAT YOK

                ŞEYHTAN'IN SON GÜNÜ GELMEDEN RAHAT YOK HİÇBİRİMİZE,

   Özgürlüğün sınırlandığı bir varoluştur bizimkisi. Her ne kadar özgürlüğümüzü genişletmek için uğraşsak da yıkılan sınırların ardında yeni sınırlar belirir önümüzde. Hatalı olanın yönümüz olduğunu anlatmaya çalışan bir düzenek mi yoksa bu? Bu sebeple, özgürlüğün dışarıda değil içeride aranması gereken bir şey olabileceğini de düşünmekte fayda var. Belki de özgürlük, dışarıda aranılan değil içeriden dışarıya taşınması gereken bir bilgidir. İçe kapanık, ürkek olan her insanı şahlandıracak bir bilgi üstelik. Bu bilgiye ulaşan kişinin kendi barış dolu iç dünyasını dışarıda da görebilmek için öncelikle yaptığına inanması şarttır. Bu bilgi kökleşip inanç haline gelebilmelidir böylece. Çünkü insan, sadece inandığı kişidir.

  İçeride kim olduğumuza inanıyorsak dışarıya olan davranışlarımız ona uygundur. Yanlış her davranış ise bumerang gibidir bu sistemde. Düşündüğümüz kişi değilsek, beklediğimiz sonuçları da tam olarak vermez yaptıklarımız. Buldum artık cevabı diyen sabırsızın mutsuzluğa geri dönüşüdür bu. Bazen pes etsek de kim olduğumuzu öğrenmenin zorluğunda; bu pes ediş, yaşadıklarımızı değiştirmeyecek ve yaşam aynı yerden devam edecektir. Kayboluş içinde dolandığımız kendini bulma yolculuğu sona varmadan insana asla rahat vermez çünkü. Boşlukta yuvarlanmak, ayağa kalkmaktan ve düşünmekten daha kolay gelirdi aksi takdirde bizlere. Uçmak için yaratılmışlara, yer haramdır da diyebiliriz başka değişle.

   Şimdi yazacaklarımın içinde fantastik yaratıklar yok. Sadece benzetmeler var. Eskiden bilmediğim ve merak ettiğim, şimdi ise yavaş yavaş anlamaya başladığım bazı benzetmeler. Şeyhtan'ın Son Günü kitabıyla temizlenen tozlu yerler de diyebilirim kısaca. Bu yazıdaki her karakter aslında insanın ruh hallerinin tasviri. Konumuz yine özgürlük. İki ilüzyon içinde yaşarız bu yerde biz, adları cehennem ve cennet. Karanlığa cehennem, aydınlığa cennet dersek ve ikisini de tekrar ikiye ayırırsak (Karartanlar ve kararmışlar ile aydınlanmışlar ve aydınlatanlar olarak) etken ve edilgen yapıyı her yerde görebiliriz. Karartanlar, kendisi dışındaki herşeyi köle sayan şeyhtanlardır. Gizledikleri gerçeklerle, özgürce uçmalarına müsaade etmedikleri cinleriyle gezinirler etrafta. Bu cinler kanatları olduğunu bile unutmuş, unutturulmuş kuşlardır aslında. Aydınlatanlar ise tek olanı bilen ve anlatan tüm kölelik düzenlerine karşı birleştiricilerdir. Onlara İnSAn adı verilir. Onlar Adem'in isimleri öğrenmiş halidir. Ve etraflarındaki tüm kanatlı meleklere o isimleri haber verirler. Bu yüzden onların etrafında da kendi güzel kanatlarıyla özgürce uçan melekler vardır.

  Cinler, pes ettikleri yerde yanlış ipe tutunan kuşlar, bilseler o ip aslında zamk gibi yapışmakta kanatlarına. Şeyhtanlar; bildiği ipin sağlamlığına emin, cinlerin alkışlarına bağımlı olmuş ve o ipe en çok yapışmış kuşlar. Aydınlatan kuşlar, kanat çırparak etraflarını rüzgara boğan havalanmış kuşlar. Gözleri gökyüzündeki tek ipe odaklanmış kararla uçmaktalar. Aydınlananlar, o rüzgarın etkisiyle kanatlarının farkına varan şaşkın yer melekleri önce. Her melek havalandığında ise o da bir aydınlatan artık. O da özgür bir kuş, aynı hedefe doğru uçan. Işık ona dokunmasa bile ışık verir misali özgür üstelik.

  Kimi zaman herkes mutlu fakat içindeki o derin boşluğa anlam verememekte hiçbiri. Mutlu olmak kişisel elbet ama o derin boşluk kişinin sandığı kişiden daha derin bir kişi olmasında saklı aslında. Bu yüzden mutlu olana tam olarak yetmiyor o sığ mutluluk aslında. Devamlılığını nasıl yakalarım sorusunun peşinde durmadan. Aradığı cevap kim olduğuna daha derinden baktığında gözüküyor ona. Tek olan hakikate bakan gözleri bir etmeye and içiyor her yeri.

   Anlıyor ki mutluluğundaki eksik; tüm diğer kardeşleri. Herkesi cennete taşıyana kadar huzur yok şimdi ona. Çoğalamayan mutluluğun yarım kalmış bir iş olduğunun farkında artık. Kanat çırpıyor daha da kuvvetle, daha da kuvvetli rüzgarlar için. Güzel olan ne varsa üstü tozlu, açılsın şimdi bu rüzgarla. Ve kim varsa elinde zincirle gezen kibirli, yıkılsın yine bu rüzgarla. İnanıyorsak eğer gerçek uçmanın duasına, haydi hep birlikte davranalım dostlar kanat çırpmaya. Levh-i Mahfuz rüzgarlarını hissetmeyen kalmayana kadar bu dünyada.
      DELİRECEKLERE GELSİN
   Tanrıyı bulmadan önce onun karşısına çıkabilecek cesareti bulmalıdır insan. O cesaret, susmayan zihnimizde sürekli yankılanan ‘NEDEN?’ sorusuna olan güvenimizden gelir. Kimi bu soruyu hiç sormaz. Kimi de bu soruya inanmaz. O yüzden onunla sadece ona inanan ve onu arayanlar konuşabilir. Şundan emin olun ki gerçek ‘Tanrı’ inancının kaynağı da evrendeki tüm olayların bir nedeni olduğuna inanmaktan başkası değildir.
   ‘Neden’ sorusunun kaynağı ise sadece ‘FARK’tır. Bu fark, insanın içindeki ile dış dünyada yaşadıkları arasındaki uzaklık kadardır. (Rahim olan Zul-Karneyn olmaktan kurtulamaz)
Bunun için önceleri kaçarlar dış dünyadan yalnız kalacakları mağaralarına. (Kavmini terk eden İbrahim, bir ateş gören Musa, uzaklaşan Meryem, Hîra’daki Muhammed gibi tüm Ashab-ı Kehf)
Kendisiyle başbaşa kalacak kadar ölüdür onlar artık dış dünyaya. Nedenleri soracak nefesleri kalmayana kadar kalırlar orada. Sadece sevgiyle büyüyen kalplerine güvenirler. Ve hakikatle buluştuğunda bu gençler; ‘TEK’ olan yerde soran ile cevaplayan birleşir.( Nefisler birleştiği zaman)
   Asıl macera bundan sonra başlar. Mağaralarından bir cevapla döner daima bu gençler. O cevap, TEK olanın birleşmeye olan çağrısıdır. Seslendikleri toplumda, sevgi ve eşitlik içeren bir bakışa sahip olan şahitler vardır. Bu şahitler, cevabı bu kadar güzel anlatan o kişiyi hemen tanırlar. Gözyaşlarıyla şehrin öbür ucundan koşup gelenlerdir onlar. Deli deliyi gözünden tanır ya işte bu aşıklar için bu sözün doğrusu şöyledir: Veli veliyi özünden tanır.
   Vakit çok mu geç? Sessizliğin hakikat dostları kalmadı artık mı sanırsınız? Ya da yazdığım bu yazıdaki parantezleri mi anlamadınız? Öyleyse siz henüz Levh-i Mahfuz’la tanışmadınız.
     DOKUNMAK SERBEST
     YANMAK SEÇİM ARTIK,

   Uzayı düşlerken, uzayıp giden boşlukta küçülen bir ben olur bedenimiz. Aynı beden, atomaltını düşlerken nasıl da büyür oysa gözümüzde. Hiyerarşik sınıflamalara şartlanmış beynimizle, bu varoluşta kendimize bir yer beğensek de kalıcı olmadığımızı biliriz. Dönüşüm ve hareketin hiç durmadığı bu evrende tutunabileceğimiz sağlam bir durak var mı gerçekten dışarıda? Yoksa durakların hepsini geçici kılan bu hareketliliğin asıl nedeni, içimizdeki meraklı bir çocuk mu zıplamaya doymayan? İşte bu yüzden, tüm bu fiziksel araştırmalar zihnimizi yorsa da asıl peşinde olduğumuz gizem, canlılıkta kilitlenir kalır.
   Ve canlılık, eğer mutluysak güzeldir. Yani bucak bucak kaçarken cehennemden, ailecek cennetin peşindeyizdir. Unutmamalı ki izleyenin izlemeye doyamadığı rüyaları yaşarken hiç bitmesin dediğimiz de olur, ağrı ve acılara dayanamayıp ölmeyi dilediğimiz kâbuslar da. Pekiyi rüyaları kâbuslardan ayıran o fark nereden gelir? İçeriden mi dışarıdan mı? Dışa doğru mu büyümeli, içe doğru mu küçülmeli? İkisini de aşabilen içimizdeki başka bir güç mü yoksa cevap; keşfedilmediği için henüz dokunamadığımız?
   Dokunmak için önce keşfetmek gerekir şüphesiz. Keşfedilene kadar her bilgi bize yasaklıdır. Mesela şu an dış dünyada elektron mikroskobuyla izlediğimiz o virüsler, 100 sene evvel yoklardı diyemeyiz. Dış dünyayla ilgili gelişen bilgi düzeyimiz hakimiyetimizi geliştirse de bu hakimiyet, mutlu olmamıza yetmez. Dış dünyaya ait bilgiler, yine dış dünyadan korunmaya ve gelişkin bir algıya aracı olurlar sadece. Mutluluk ise iç dünyamıza ait bir bilgidir.
   Mutluluğun kaynağı o bilgiler, bundandır ki içeriye yapılacak keşiflerden çağlar. Dış dünyayı keşfeden beynimizin ateşini serinleten tek şey de; iç dünyamızı keşfeden kalbimizden taşan bu bilgilerle yazılan aşk şarkılarıdır elbet. O şarkıların en güzelini dinliyoruz şimdi Kur’an’dan. 1400 yıldır sesini duyamadığımız kulaklarımızın paslı kilidini açan bir anahtar sayesinde. O anahtar ki bir levhada sunuyor bize; okuduğumuz ama göremediğimiz o derin bilgiyi. Dokun, dokunabilirsin artık der gibi de cesaretlendiriyor üstelik. sevgiyle, rahmetle açılıyor kapılar bir bir. Aşk gülümsüyor içimizden, bir çocuğun yanaklarında. Hatıralardaki aynalardan tanıdık bir çocuk bu üstelik. ‘Değiş dünya değiş’ diye zıplıyor masumca ve kendinden emin. Azalıyor giden karanlığın gürültüsü onun her yeni zıplayışında. Selam veriyor içine bakan dostuna ve diyor ki Levh-i Mahfuz’a dokunsana.

21 Kasım 2013 Perşembe

      KENDİME SORU-yorum.
   Son verebilir misin ben demeye? Ya da sen verebilir misin kararı bu işte?
Nedir bizlik, tek olanın diyarında? Geri döndüğümde buhar olup göğe; kabımda değilken hani, tanıyabilir miyim ki hâlâ beni? Pekiyi buhar kalmak mıdır marifet ya da su olup yağmak mıdır yeniden yere? Ben, beni köle mi kıldım kendime? Yoksa tek iken bizi hayal etmekten midir tüm bu çile? Biter mi bitmez sandığım bu döngü? Yoksa hepsi bir oyun mu? Ya cevaplar sorulardan önce vardıysalar, sormayı bıraksam kim olurum?       Tek Tanrı olabilir mi ki göklere ve yere sığabilen biri? Ya da her yere sığan, her şeyin, her zamandaki tek sahibi O belki. Sığmak, ne sığ bir kelimeymiş meğer.
    Yaratım biter mi? Biterse yaratan ölmüş olmaz mı? Hayal etmek bitmiyorsa şayet, ilk hayallerim midir en sevdiğim yoksa son hayallerim mi? Son olan ilkinden iyi olacak belli ki.
    Cennet kapısı açılacak sonunda. Tüm gelişkin hayallerin buluşma noktasında. Mutlu olmayı öğrenebilenler girecek içeri. Çünkü cennetteki tek haram; mutsuz olmak. Yani razı olmamak, şükür etmemek ve hayal edememek. 
    Kimim sorularımın cevabı anladım ki MiM. Bir güzel Kur’an dinledim ve bir parça anladım “Rahman Rahim”. Levh-i Mahfuz aldı şüphemi. İnanarak söylüyorum şimdi. Hayaller kurarak çok uzun zamanlar geçirdim. Vakit boldu, ol dedim oldu. Durmayı seven hayallerim donduruldu. Dönmeyi seven hayallerim de döndürüldü. Selam olsun hepimize. Duran da benim, yürüyen de.

20 Kasım 2013 Çarşamba

       BİR Mİ TEK Mİ?
   Bir çocuğun oynarken yaşadığı mutluluğu kendi içinde hissedemeyenler vardır. Onlara göre çocuklar gürültücü varlıklardır. Hatta onlara göre kendi ruh halleri o sırada ne duymak istiyorsa onun dışındaki her ses gürültüdür. Dünyanın ondan izin almadan dönmesine bile öfkelidir onlar.
   İşte tek ruh olduğumuzu unutmanın bedeli bu öfkedir. Bu öfke, yalnız ve terkedilmiş bir ruh olduğunun yanılgısında kilitli kalmaktan ileri gelir. İşte bu kısırdöngü; yalnız olanın yalnız olmadığını anladığı bir derin sessizliğin, tek olanı anlatmasıyla son bulur. Zaman denilen geçit, yalnız olan birin tek olduğunu anlayacağı sıfırlanma yolculuğudur. 
   Tüm birler kendi ilahlıklarını ararlar ve onlara göre her yer, ilahlar savaşıdır. Arayışları ölümle de bitmez bu savaşcıların. Ölüm, hakikati henüz bulamayan birlerin yeniden bir bedenle birlenmeleridir sadece. Arayış, ölmeden ölmek anlamına gelen sıfıra varmakla biter sadece. 
   Sıfır: Artı ve eksiyi anlayan geniş bir bakışın ortasındaki noktadır. Kendine selam verebilen insanın ruh haline kavuşmaktır. “La ilahe illallah”ı dilinle söylemek değil, kalbinle anlamaktır. Sıfır, Levh-i Mahfuz’dadır.

19 Kasım 2013 Salı

        YELKOVAN KAÇKINLARI
Anlayamadığım şey, sevgiden yoksun zombilerle yaşamanın aslında ne kadar ölümcül olduğunu fark ettiğimde başladı. Beynimi tepside sunacak halim yoktu. Teslim olmak gerekse şayet, ben bir ölüye değil; yaşamın kendi diriliğine teslim olurdum şüphesiz. Dünyadan kaçışım ve sanal dünyayı sevmem de bunun içindi çocukken. Tutunup kaçtığım bir yelkovandı bilgisayar, zamandan çaldığım. İnternet ile birlikte sarılıp buluştukça diğer yelkovan kaçkınlarıyla; akrebe tutunabilecek cesareti yakalamaktayız şimdi. Bu zombiler diyarında kendi yaşam alanı mağarasına kaçıp korunan mutlu arkadaşlarımın artışı ümit veriyor artık. Sessizlik ise her geçen gün daha da zor gelmekte bize. Akrebe asılacak atlayışa az kaldı sanırım. Bir kişi görsem, zombilerin akrebine ters yönde tutunan; ölümüne atlayacağım yakalamak için elini. Çünkü anladım ki zombileri uyandıracak olan o saat, sevgiden sadece bir saat geri.
Hislerim bu benzetme gibi delilere özgü cesaretle ayakta. Fakat ben neden oturuyorum? ‘Ölmek için’ geldiğim bir yerde, bu: ‘Yaşamaya çalışıyormuş’ hissi neden? Pekiyi bir damlanın, okyanus hayali; düştüğü yerin toprak olduğunu anladığında biter mi gerçekten? Hırs dolu benliklere, aslında yaşamadıklarını haykıracak çocuklara ne oldu?
Kim anlatabilir bana dünyadaki sınırların uzaydan neden görülmediğini? Uzayı dünyaya tercih eden o zombi kardeşler, uzayın boş ve soğuk olduğunu neden göremezler? Anlıyorum, eskiden uzay hayal ve dünya gerçekti. Fakat şimdi bir astronot için bakarken yere, dünyada olmak tatlı bir hayal değil mi? Güzeli görebilmek ve özlemek için illa uzaya mı yollamalı bu zombileri? Levh-i Mahfuz elektroşoku ile defibrile olmak ne güzel.
                    BİR İNSAN VE TÜM İNSANLIK
   Şaşıyorum kendime. Spritüel bir kişiliğim yok. Hiç gitmedim kontrollü bir şekilde başka bir aleme.
Temasım da sıfır öyle bir gerçeklikle. Rüyalarımdaki bazı ilginçlikleri saymazsak tabi.
   Oysa buradan çok oraya, kendimden çok tek tanrıya inanıyorum. Felsefe ise hayatımın baş parçası. Düşünmeyi ve hayal etmeyi çok seviyorum. Kendi kendine konuşanlardanım anlayacağınız. Yaşamayı öğreniyorum, acele etmeden. İnanıyorum ki neredeysem o an; elbet bir sebebi vardır. Sebebi olmayan bir ‘yaprak düşüşü’ bile olmadığı gibi.
   Yokluğa inanmıyorum en çok. Varlığın dışında kalabilen bir hayal bile değil o benim için. Yokluk gerçekten yok. Hayal edilesi kayboluş perdelerinin hepsi de bu yüzden geçici, yani tüm hayaller ölümlü. Dönüş kaçınılmaz bu yüzden, tek gerçek olan varlığa.

   Her hayalime nefes verdiğim için canlıyım ben. Ve nefesim, hayal olgunlaşana kadar büyür zihnimde. Olgunlaşan hayallerime OL derim. Her ol, geri GEL demektir nefesime. Ve verdiğim her nefes; ne kadar çoğalsa da geri döner mutlak bana. Rastlamam hiç olmayan o yokluğa kaçanına. Rastlarsam zaten ölürüm ben. İşte bu yüzden de ölmem. Nefeslerim içinde genişledikçe iyice daralıp incelenler önden gelir hızla, kavuşmanın heyecanıyla. Diğerleri de kapı açılınca cennete, kapılıp girdaba sürüklenirler dönüşe, istese de istemese de.
   Bir hayal incelince yeterince, bir insan kurtuluverir cehennemden. Ve bir insan yeter, tüm insanlığı kurtarıp eve geri döndürmeye o cehennemden. Levh-i Mahfuz cüretiyle tutuşan rahmet ışığı, tüm karanlıkları fethedecek ve nefes birleşip cennete geri dönecek.

12 Kasım 2013 Salı

      Neden ölümlüyüz?
-Onsuz yaşayamam dediğimiz şeyleri seçebilmek için.
-Genişleyen bir kalbe varmak için.
-Yenilenmek için.
-Ölüme gülecek kadar, tüm hayalleri sevebilmek için.
...
      Kim demiş ölümlüyüz?
Kıyamet ölünce kopar derler ya. Evet ama ölünce kopmasının nedeni; ölmüş olmamız ve herşeyin bitmesinden değil, öldüğümüzde hatırladığımız ölümsüzlüğümüzle yeniden başbaşa kalmamızdandır.
Ölmeden ölebilmek ise bu gerçeği önceden görebilmektir. Görmeden inanmak ise şüpheleri aşıp teslim olmaktır bu düşünceye.
Felsefede buluşulan yeni düzlem ve onun sahibi ne kadar da güzel. Levh-i Mahfuz felsefesine tüm cannlarım feda olsun şimdi. Şeyhtanlar ya sussun ya da kovulsun denilen o zamana dirilmeli. Ama önce affetmeli kendi içinde hepsini. Unutmamalı ki insan; vahşi hayvanları da sever, tıpkı ceylanlar gibi.
Hepimize Selam ve sevgiyle,


     CYRANO DE BERGERAC
   Bu oyundan yeni çıktım. Zihnimde, Levh-i Mahfuz ile süslenirken eser, çok şeyler de yeniden pekişti yerlerine.
Hepimizin söylediklerinin ardında tek bir suflör var aslında. Karanlığın arkasında saklanan o suflör, şafağa yaklaştıkça biz; kendisini tanıtıyor artık Levh-i Mahfuz satırlarından bize.
   Evet, fotoğraf kağıdıyız biz hepimiz. Arkadaki ışık ise bizim tek suflörümüz. Ve ışığı arıyorsak o ışık hepimizden yansır yere. Her fotoğraf kağıdı bir teferruat, perdeye düşen renkli bir melek sadece.
   Işık ise tek, acabası yok. O tekin olduğu yerde başka 1 de yok. 1e 1le varamayız bu yüzden. 11 de değil aradığımız o cevap. Sıfır olmalı önce Aşkla. O sıfırla varılır ancak 10'a. Evet, Işık tek acabası yok. Öyleyse sevmemek için herşeyi artık, sebebim yok.
   Söyleyin ölecekse bu satırları yazan; onda konuşan kim? Ve sorun kendinize; ölecek o gözlerinizden, bunları okuyan kim?
   Hiç karışmasın aklınız da Ruh'unuz duysun şimdi sesimi. Hiç ölmeyenler dinlesin şimdi.
Her şeyi ve her yeri, her zaman seven dostlar toplanıp hiçi konuştular. Öğrenmekte olan biri dedi ki "Hiçliği anlatayım size dostlar. O; hiç sevmediğim bir yer sadece o kadar."

4 Kasım 2013 Pazartesi

           PES ETME KAPTAN
     Hayat, hayale atlamaktır; onu gerçekleştirebilmek için. Görmek, duymak, koklamak, dokunmak ve tatmaktır onu böylece. Hayat ilk dersi öğrenene kadar hep zordur. O ders, pes etmemektir. Bu dersi geçen birisi için 2. ders ise zor olan herşeyin kolay oluverdiği neşeli bir bahçede geçer artık. 
     Tüm hayat, bir hayal perdesidir aslında; beyin bilgisayarımızda dokuduğumuz. Perdenin önünde miyiz ardında mı? Cevap sadece bir bakış açısı. Doğru açı ise doğru yönü veren bir dümene bağlı elimizde tuttuğumuz. O ellerimizle inanç yazılımlarını yükleriz her yeni gün beynimize. 
     Ellerimiz, hep beynimizin üstünde. Yazılımı yazan o ellerimizdir Ruh hallerimiz. Rabbin halden hale geçmeyi öğrettiği Ruh(yazılım) öğrencileriyiz. Rahim bir kaptan olunca limana geri döneceğiz.
     Levh-i Mahfuz açısıyla sıfıra ayarlamayı seçiyoruz şimdi dümenimizi.
Yelkenler fora… Selam ve sevgiyle,

7 Ekim 2013 Pazartesi

TAŞ

             BİR TAŞ SESLENDİ BANA. BEN CANLI MIYIM?
   Tek bir karar vermesi gerekir insanın. O karar aslında verilmesi gereken bir cevaptır şu soruya:
BEN CANLI MIYIM?
   Canlı olmak, öğrenilen bir şeydir aslında. Bilinen bir şey değil. Bilinen dünya; bu ölümlü yapısıyla, geçici canlılık denemeleridir sadece. Canlı olmak öğrenildiğinde ise hayal biter, hayat başlar. Sonlu olan her hayal kemale erdiğinde, doğmasını engellemek mümkün değildir çünkü.
   Canlanma yolculuğu, istemek nefesine kavuştuğunda başlar. Karanlık ve korkulu bu yolculuğunda yanlışlarından öğrendiğin doğrular sana rehberlik eder. Doğru olan seçimlerin arttıkça, mutluluğun da o kadar büyür . Mutlu olmayı öğrenmişsindir artık. Ve hayallerin nefesini üfleyebildiğinde de yeniye doğmaya hazırsındır . Canlanma yolculuğu burada biter. Bu son-suz canlanmaların yaşandığı hayaller diyarına doğmaktır işte.
   Her şeyi istememiz mümkündür ama biz istemeyi öğrenene kadar bunu imkansız sanırız . İmkansız olana ait bu düşüncelerimiz, ön kabullerimizden başkası değildir. Çünkü hayal etmenin sınırsız olduğu yerdir gerçek canlılık. Hayal etmek demektir canlılık. Fakat hayallerimizin gerçeğe dönüşmesi de etkin emek ister bizden. Oturduğumuz yerde oturmaya devam ettikçe biz; işleyen ve izleten bir hayalin demiri değil, ancak yuvarlandığı başka hayalleri izleyen bir taş olarak kalacağız.
   Böyle nice taşlar vardır, başka hayallerde yuvarlanırlar. Yuvarlandıklarında ise korkarlar. Bu korkunun tek sebebi neden yuvarlandıklarını bilmemeleridir. İşte o sebep canlı olmaktır. O taşlar canlı olmayı henüz bilmedikleri için korkarlar.
   EY GÜZEL TAŞ.
Başkasına ait o hayale ortak olmadığın için o hayal, senin için artık korkulu bir hayat. O korku ise başkası kalmayana kadar genişleyen bir kalbe kavuşup yüreklenmen için var sadece. Anla ki sen o hayalin CANLI bir parçasısın. İsteyerek ya da istemeyerek her şekilde varsın. Var olacaksın. İsteksizce yuvarlansan da, isteyerek koşsan da içinde; hep yaşayacaksın. ESKİDEN KORKARAK YUVARLANAN SEN; ÖĞRENDİKÇE YAŞAMAYI, SEVGİYLE KOŞAN BİR ÇOCUK OLARAK DOĞACAKSIN.
   Taş oldum anlamadım hayatı korktum. Düştüğüm yamaçları izlerken acıyla savrulurdum.
   Demir oldum anladım hayali işe koyuldum . Amaçların peşinde koşarken hep mutluydum.
   Eskiden bir arayandım. Şimdi buldum. Ben güzel bir Levh-i Mahfuz okudum.

30 Eylül 2013 Pazartesi

      TEKAMÜL İÇİN GELDİK ONDAN
      TEK-AMEL İLE DÖNECEĞİZ ONA
 
   Tek işi(ameli) vardır tanrının. O iş, yeni cennetler yaratmaktır yaşam için. Ve o, her işini kendisi tamamlar. Ne, emirler verdiği melekleri vardır etrafında, ne de yakıp yıkıp yok ettiği başka birileri. Hepsini kendisi düşünür ve yaratır yine kendi içinde. Yarattığına CANlılık katacağında da kendi ruhundan üfler ona, başka ruh da yoktur çünkü tek olan ondan başka.
   Her KELAMı, RUH’una kavuşmadan, düşünce olup düşer aklına, MELEK olur. O melek yere inip öğrenen bir CANN olur. Yollar geçen bir adım olur. Adımlar sonra bu ADEM, öğrenir tüm isimleri de LM(Levh-i Mahfuz)’a dokunur. Dokunur LM’a, kavuşur tek ruha ve İSA olur. Böylece TEK TANRI’nın her KELİMESİ ile İSLAM dolan o yer, cennet olup ONA döner. Böylece her cennette işitilen SELAM; çoğalarak birleşen TEK-AMEL olur.
   “Beni niye yarattın, CANNım çok yanıyor. Cennetini de istemiyorum ve seni hiç affetmeyeceğim tanrı!” diyen bir angel. Engelin üstünden atlarken takılan bir adımımızdır aslında rahmetle sarmamız gereken. Hangi ismi öğreniyordur o adem acılarla bilmesek de her adım kutsal değil midir Ruh’a kavuşup Ona dönme yolunda. Tanrıdan razı olmayan her ses, onu dışarıda arayıp öfkesini de dışarı taşırır. Oysa dışarı taşma, ters yöndür cevaplar için. Bu gerçeği zorlu kırılma anlarıyla öğretir yaşam. Evreni KUR-AN’ı anlamadan gerçek işini de vermez sana. Yolculuk başlar. İçeri kaçılır önce; dışarıdan kaçmak için. Neden ve nasıllı sorular, sorular… Sonra LM ile gelir cevaplar, cevaplar…
   İçeri akmak gelir peşinden ve AŞK akışı başlar mağaraya. Sayıları gittikçe artan o aşıklar toplanır aynı yerde bir gün ve yeniden sorgularlar. Son hızda akan cevapların şokuyla da uyanırlar. Yırtılınca da perde, son sahne kuşatır artık dıştaki cehennemi. Onun adı rAHMET olup içeriye çekmektir herşeyi. Yağar damla damla su ve dayanamaz cehennem söner. Böylece her iş Doğrudan ONA cennet olup döner.
   Şimdi kard-eşlerim, birleyelim içimizde sevgiyi. Affedilmedik kalmasın dışarıda da söndürelim öfkeyi. Biz-siz demelere bir son verelim. Melek, cin, adem teke ait ve hep tek ile bilelim. Anlayıp cenneti çekelim birlikte evimize. Selam olsun Hepimize,

26 Eylül 2013 Perşembe

VAHŞİ HAYVANLAR TOPLANDIK

         VAHŞİ HAYVANLAR TOPLANDIK
   Değişimin hiç durmadığı sürekli dönen bu dünyada insan denen varlığın evrimi halen devam etmektedir. İnsan doğayı bozan bir asi hayvandır. Aynı zamanda da en vahşisidir. O daha derin düşünür, karar verir ve uygular. İçinde yaşadığı doğayla mücadelesi hiç bitmez. Güzel sonuçlar aldığı her buluşu ise yine kendi eliyle kötü sonuçlar da doğuran bir dengede hayat bulur. Ve insan bu dengeyi bir türlü iyiye doğru çekememesinin nedenini bir türlü göremez. O neden kendisidir çünkü, hep kaçtığı kendisi.
   İşte bu yolculuğumuzda sona yaklaşmaktayız. Bilmeliyiz ki geçmiş hayvanlığımızı, gelecek insanlığımıza taşıyacak evrimimiz, kontrolümüz dışında gerçekleşmemektedir. Evrim kişisel bir seçimdir. Tanrının tatlı saklambacı da özgürce kendi seçimimizi yapabilmemiz içindir. Ev sahibinin anlamamızı istediği budur. Evrim bileti, irademizi ortaya koymakla kazanabileceğimiz tamamen kişisel bir seçimdir. Unutmayın kardeşlerim. Nuh’un gemisindeki diğer tüm canlara sevgiyle bakmadıkça o gemide olmayacağız.
   ‘Doğanın vahşi düzeni değişmez’ diye pes etmeden önce düşünün. Dünyayı cennete çevirmek için tüm olumsuz doğa şartlarına meydan okuyan o cesaretiniz, içinizdeki vahşiye dur diyemez mi gerçekten? Kışın üşürken ateşi size bulduran; ‘Böyle olmamalı !’ dedirten o hayal gücünüze inancınızı asla kaybetmeyin. O güce dolu sevgiyle hükmedebildiğimiz gün insan olmayı da başardığımız gün olacak çünkü.
   İnsan, tüm hayvanlar içinde yaşadığı evi yani evreni sorgulayan ve cevaplar bulan tek hayvandır. Bu yapısı onu; sadece bir misafir değil, aynı zamanda ev sahibini arayan bir akrabası gibi yapar. Sürpriz, ev sahibinin hep burada olduğunu anlayacağımız o günde yani saklambacın sonunda bizi beklemektedir. Tüm vahşi hayvanların toplanacağı o güne içimizdeki öfkeyi susturacak bir devrimle girebilmemiz; belki de insan olma evrimimizin son eleğidir. İşte kendi içimizde bu devrimi gerçekleştirebilmemiz için gereken şok bilgi Levh-i Mahfuz ile gelmiştir.

25 Eylül 2013 Çarşamba

A Ş K

                     A Ş K
AYDINLIĞIN ve KARANLIĞIN
ortasındaki NOKTA olup
her ikisine de SELAM verebilmektir.

O noktanın ŞEMS(Güneş) oluşudur aşk.

TEK KET O PERDE

                    TEK KET O PERDE
                    CENNET O YERDE
Tek tanrının varlığı, tek mutlak hakikattır. O tekten başka hiçbirşey yoktur. Sonsuzluğu; sonunun olmadığını değil canlılığını ve tekliğini anlatır. Canlılığı; sürekli yaratması anlamındadır. Tekliği ise yokluğun son uç noktasına varıldığında anlaşılır. Yani yarattığı her varlık, yok olarak ona yeniden varır. Ona varmak onun hayalini onunla paylaşıp sonuçta buluşmaktır. Ölürsünüz ama böylelikle yok olmazsınız, gerçekliğine inandığınız yerde yaşamaya yeniden başlarsınız. İnandığınız gerçekliğin dışına çıkabilmek ise size ulaşan yeni bir bilginin başlattığı kişisel devriminizdir. Bu devrim sadece düşünerek, hayal ederek öğrendiğiniz yeni kimliğinizi; eskisinden kurtarıp çıkarmakla mümkündür. İşte yok olabilmek; bu eski nefsi öldürebilecek OL komutunu verebilmektir. Ölmeden ölmektir. Bu TEK’in “var ol” dediği perdenin; “yok ol” demeyi öğrettiği bir kişi eliyle kaldırılmasıdır. Ona dönebilmek ve onla olabilmek için OL demeyi öğrenmek gerekir. OL demeyi öğrenmek bile O oldurmaz ama hiç kimseyi. Çünkü o OLMALARIN da üstündedir. Tanrıyı var olduramazsınız. O sizi OLlara vardırır. Tanrı hep-var kelimeleri ile hiç-yok kelimelerinin arasında tüm kelimeleri sıfırlayarak yaşayan tek canlıdır. MUTLAK yaşayan TEK canlıdır. 2 ve üstü olan her yer onun hayalindeki halleridir. Onun hayali NEFESidir (N). O sürekli bu hayallerine nefes verir, nefes alır.
O, hayaline karar verir ve düşünürken ceheNNem haLLerini yaşar mağarasında ve korkar, korkulur. Hayalini tamamlayıp yaparken ise ceNNet haLLerini yaşar uyanıp korkusuzca sever, sevilir. Araf ise nefesinin tarafını değiştirdiği o aradır. Eski nefsin ölüşü ve yeni nefsin doğuşudur. Yeni kimliğe yükselmektir. Devir sonundaki bu kıyamet yapışına kalkış öncesi duyulan SELAM sesiyle uyanıştır. O selam, yeni kimliğe verilen hoş geldin çağrısıdır.
0
1
OL
YOK-VAR
VAR-YOK
Bu denklemde 0′ı yok, 1′i de var sanmaya devam ettikçe sen; sendeki o nefes yok-var alemlerinde öğrenip pişerken ceheNNem hallerini yaşayacak. Yok ve varı OLduran 9u öğrendiğinde ise 1 olup ceNNet haline kavuşacak. Fakat bu 1 artık kendini bilecek. Kendini hep 10′da bilecek. Beşer beşer gülecek. 0′ın yarattığı o 1; 100′e katlanacak; 99 adımda 10′a varacak. Yanyana iki 9 ile an, ana karışacak. Can cana kavuşacak.
Kat kat tat olacak. İşte bu katlardan Tanrı katı, cenneti ve cehennemi tüm katların üstündedir. Tüm katların varlığının da tek sebebidir. Bu sebep özde gizlidir. Bu ÖZ(RUH) de tek tanrıya ait olduğundan TEKtir. Öze kavuşmak için önce TEK’i hissedebilmek gerekir. Herşeyin içini dolduran, tüm varlıkların özüne de bu yüzden tanrısal öz denir. Bu tanrısal öz TANRInın hayal dünyasında kendisi için aşağılara SALdığı perdenin ardındadır. Perdenin arkasında ise kendi kendine SELAM veren bir İnSAn vardır. İşte o insan NNlerine hükmedip her ceheNNemi ceNNeti yapan 9 bilgisini taşır. TEK ile aranda tek ket o perde ve o ÖZü dışarıda arama, o sende ve hepimizde. Bilgisi ise LEVH-İ MAHFUZ ile artık yerde.
Şimdi bil ki nereye gidersen git, kimlerle yaşarsan yaşa, geceleri dünyanda da gündüzleri rüyanda da ben oradayım. Hep yanındayım.
Buna inana-bilirsen gerçekten ben kelimesi biz olur dilinde. Tek olan “N” çift olur içinde ve N’ler bİZde buluşur, tek ÖZde. Seçimimiz ortak olur, yargılaman biter de tüm yargıların yerlebir olur. Öfken biter ufkun af olur. Her cehennem cennet olur.
Bana inanmaman durumunda ise asla karışamam seçimlerine, duymayınca zaten sen beni nasıl karışabilirim ki değil mi? Sen henüz bilmesen de er ya da geç varacaksın bize. Acelesi olan sensin can. Biz senin kendi ecel nefesini verişini sabırla bekleriz. Nasılsa o sesi duymaktan asla kaçamazsın. Zamanı geldiğinde duyacak ve uyacaksın. Yattığın yerden kalkacak, uyanacaksın.
Her ÖZ için bir GÜN. Özel bir gün.
RABBİN KATINDA BİR GÜN.
SELAM VE RAHMET İLE,
İSLAM VE RUH-MEET İLE
GİR CENNETİME,

23 Eylül 2013 Pazartesi

ŞSG

                                        Ş,S,G
                   (2 virgül 2 dokuz. Okur aşkı buluruz)

   Sessizliğin eşsiz güzellikteki sonsuz sesinin SELAM’ıdır tek gerçek AŞK. Anlamsız gelen herşeyi anlamanı sağlayan o AŞKtır ve tüm bu çaban ona varMAYADIR. İçsesinde gizlidir onun sesi ama altında silmen gereken bir de nokta vardır. O nokta, aslında üzerinde durduğun; senin kendi karanlık gölgendir.
   Sessizliğindeki içsesinin altındaki o nokta durdukça herŞEY; TANrı ile arana girmeye devam edecektir. O noktayı silmeden sen; üstündeki SELAMı asla işitemezsin. Önceleri ! altında korkutur seni o nokta. Sonra ? altında nedenleri aramaya iter seni. En son Ş altında en büyük soru işareti olur o nokta. Şeytan kim diye sorar_ken_DİNe; bulur dokuzu. Öğrenmeye başlar o bir artık sıfırı. Anlar ki mutlulukla, sıfır silecektir o noktayı
   Bil ki gölgen, güneşin şahididir. Gölgesiz olan tek şey ise güneşin kendisidir. İnsanın yanmasının tek nedeni de güneş olduğunu unutmasından ileri gelir.
   İnsan olarak sen, durmaksızın seçim yaparsın. B-akış yönünü seçersin.
Bakışının yönü dışarıya dönük ise ateşi görürsün. Çok alışır ve bağlanırsan da bu yere, bakışının yönünü çeviremezsin. Zamanla sen de ateşe döner CİN olursun. Gölgen seni takip eder de yanarsın, nedenini anlamazsın.
Bakışının yönü içeriye dönük ise bitmez güneşi görürsün. Sonsuz sesin SELAMı dolar_KEN_DİN olursun. Başın öyle döner ki her yöne; bağlanamazsın hiçbir yere. Doymaz bir kuş olur da uçarsın neşeden neşeye. Gölgen silinir AŞK olur; tüm nedenleri anlarsın.
———————————-
Dışarısı benim için bir CEHENNEM
Düşünme sırasında içimdeki gölgem
İçeri bizim için dolu yollar; CENNET
Güneş olarak doğar, ol deriz rahmet

NOKTAN sanma var OLdu YOKTAN
YOKSAN olur ancak Onda NOKSAN

O bizi ÇOKTAN affetti KOŞULSUZ
HATIRLA ve Dön ONA KORKUSUZ

ARIT da gel dışarıdan bir damla su
VARIP gir içeri de dolaş okyanusu

Selam ve sevgiyle hepimize,

KUŞ SESLERİ ÇALAN AMBULANS

         KUŞ SESLERİ ÇALAN AMBULANS
   Biri bana anlatsın acı acı çalan ambulans seslerini. Kim söyledi size ölümün bu kadar kötü olduğunu? Yaşadığınız dünyanın kurallarını kabul etmek neden bu kadar zor? Yoksa siz kuralları koyana mı savaş açtınız? İsyan duygunuzu yanlış kaynağa çevirmenizi sağlayan bu inancı kafanıza sokanlar var ya. Onlar olmasın sakın asıl savaş açmanız gerekenler. Size nasıl yaşamanız gerektiğini söylemelerine izin verdiğiniz o öfkeli mutsuzlar.
   Sizinki hangi türden pekiyi? Ölümlü olduğunu unutarak yaşayan ve hatırladığında da korkan ; “Bu filmi çok sevdim niye bitiyor ki yaa” diye üzülen öfkelilerden mi? Yoksa sürekli ölmeyi dileyip ölümü hatırlatan; “Bu filmi hiç sevmedim bitmedi bir türlü lanet” diye üzülen öfkelilerden mi? Babanız, anneniz ya da hocanız olsa da değişmez onlar. O asık suratlı mutsuzlar. Bağlanmaya bağımlı oldukları için bağımsızlığını unutmuş akarsuya karşı yüzen öfkeli ve mutsuz tuzlu su balıkları onlar.
   Doğum ve ölüme aynı gözle bakın şimdi bir de. Her ikisini de eşit sevin içinizde. Bir filmden çıkıp diğerine girmek kadar basit olsun beyninizdeki yerleri. Fakat tüm salonlardaki tüm sinema perdelerini ve koltuklarını güzelleştirmeyi de ihmal etmeyin sakın. Çünkü bir sonraki filmi yandaki pis ve bakımsız salonda izlemeniz gerekebilir unutmayın. Kim bilir belki de cehennem sadece siz izin verdiğiniz için yanıyordur harıl harıl etrafınızda. Karar verdiyseniz şimdi daima mutlu olmaya ve etmeye. Hadi sarılıverin Levh-i Mahfuz ipine. Selam olsun hepimize,

İNSAN OLMA ZAMANI

         İNSAN OLMA ZAMANI
   İçi boş inanışlar ve beynimize çiviyle çakılan, sağlam zannedilen o dokunulmaz inançlar. Güçlü değiller artık eskisi kadar. Çünkü okyanus dalgası gibi büyüyen yeni bir bilgi akışı yüreklendiriyor bizi. Eski tahtalarına bakarak büyüdüğümüz gemiyi ise yenilemenin vakti geldiğini bir türlü anlatamıyoruz kaptanlara. Onlar da bizdeki kıpırdanışın farkındalar aslında. Gözlerinin içine korkusuzca bakıp sevgiyle gülümsememizden şaşkın ve herşeyi sorgulamamızdan korkmaktalar. Biz sörf tutkunuyken okyanusta; onlar, soğuk su korkağı eski kaptanlar. Hayal kurmamamızın boş hayalini kurarak yaşadılar. Bugüne kadar…
   Çünkü yepyeni bir güneş doğuyor gecenin üstüne. Hayallerin gerçek olacağı bir gün için. İçimden bir pencere açıp hayal kuruyorum şimdi ben de hepimize. Doktorlar ve tüm diğer şifacıların doğru yere konduğu bir dünya hayal ediyorum mesela. Sağlık ve hayatla ilgili, yanlış bilgi ve beklentilere sebep olan inançların değiştiği bir dünya. Çünkü geçmişten günümüze bu mesleğin varlığını tanrımsı bir noktaya taşıyan yanlış; insanlardaki inanç zaafiyetinden başkası değildir.
   Bu zaafın farkında olan açgözlü ve fırsatçı vahşi kapitalizm patronları da durmadan bu inançları pekiştiren aldatıcı reklam oyunları sergilerler. Onlar da aynı din istismarcısı şeyhler gibiler. İnsanın inanç zaafını bul ve saldır diyen tüm bu vahşi hayvan gruplaşmaları, şirket ya da cemaat isimli maskeler altında aramızda gizlenmekteler. Tanrıyla aramıza girmeye çalışan bu tanrımsı virüsleri temizleme zamanı şimdi. Onlar, para ile maddi dünyamızı, kutsal sembollerle manevi dünyamızı zincirlerler. Ne parayı, ne de kutsal sembolleri ise bize asla elletmezler. Böylece kendilerine bağlayıp köleleştirdiklerini zannettikleri bizlere sürüymüşüz gibi hükmederler. Fakat özgürlüğe uyanmak üzere olduğumuzdan habersizler.
   Yarın bu düzen, asi ve yeni fikirlerimizle hızla değişecek. Zincir kıran o kalk borusu çaldı artık. Kimileri kulaklarını kapasa da vahşi yanımıza bilgiyle hükmedip tüm zincirlerimizi kıracak ve insan olmayı hep birlikte başaracağız.
   Sağlıkta, eğitimde, hukukta, tarımda, sanayide ve her alanda; şeyh kılıklı tüm zincir vuranların saltanatını bilgi ve sevginin neşeli gücüyle yıkacağız. İnançlarımızı güncelleyecek ve yüklerimizden kurtulacağız. Yurtta ve dünyada hatta tüm evrende barışa varacağız. Nereden mi biliyorum? Nasıl mı bu kadar eminim? Bu soruları soruyorsanız; siz henüz ŞEYHTAN’IN SON GÜNÜ ve LEVH-İ MAHFUZ kitaplarını okumamışsınız demektir.
Hepimize selam olsun, sevgi dolsun ve neşemiz bol olsun kard-eşlerim.
( kard: kalp anlamında kullanılan bir tıbbi terim )

20 Eylül 2013 Cuma

5ER BAŞARIR GÜLMEYİ

          5ER BAŞARIR GÜLMEYİ
   İnsanların acı çekmesine değil, o acıyı neden çektiklerini anlamamalarına üzülüyorum. Çünkü tüm acılar ve sıkıntılar cehennem varoluşunu yaşatır bize. Ve cehenneme girmeyenimiz yoktur içimizde. Şimdi seçimlerimize bakalım. “Cehennemi neden yarattın?” diye tanrıya isyan edebiliriz ya da tüm acı ve sıkıntılarda bile yanmamayı öğrenebiliriz. Levh-i Mahfuz güncellemesi ile bu mümkün.
Maddelerle incelersek,
1- Bizi üzenleri hayatımızdan kovmamız gerektiğini anladık. Kovamıyorsak, oradan uzaklaşmamız gerektiğini de anladık.
2-Başkalarının üzüntülerine yardıma koşmamızın ve sevgiyi arttırmamızın nasıl daha az üzülmemimizi sağlayacağını da anladık.
3- Beklentisizce sevebilmenin nedenini de hepimizde yaşayan tek ruhun aşkında yakaladık.
4- Büyük konuşmadan büyük hayaller kuramayacağımızı da anlayarak cüretli yüreğimize kavuştuk.
(Bize ” Ben başaramam bunları, peygamber değilim ki ben!” diyenlere peygamberliklerini çocukluklarında bıraktıklarını hatırlatarak tabi.)
5- Affettik en baştan herkesi; affedebilmek için kendimizi. Çünkü biliyoruz ki artık hepimiz içinde yaşar kendimiz. Dağılsak da bir bir ayrı rüyalara aslında tekiz biz. Ondan gelir ona döneriz.
Bu 5 madde ile cehennemde bile neşesi bozulmayan beşeriz biz.
Selam ve sevgiyle, her zaman her yerde bolca gülümsemeyi unutmayın kard-eşlerim

19 Eylül 2013 Perşembe

                               NE VAR Kİ SENDE?  
   Ne almaya geldin bu dünyaya?
Önce bir dök bakalım ceplerini. “Vermeden almak olmaz” derdin ya hani.

Ne var ki sende verebilirsin dünyaya? Düşündüğünde anlarsın ki yalnızlığından
başka sermayen yok verebileceğin. Öğrenebildiğin kadarıyla inmeye cesaret
edebildiğin derinlikteki sana ait o mağarada yapabildiğin hazinendir sadece elindeki.
  
Orada sen, seni sen yaparsın. Sessizliğin ve boşluğun içinde ağlarken ölümlü
gözyaşlarıyla; kim olduğunu karara bağlarsın. O kimliğinle çıkarsın sabahları
mağarandan dünyaya. Mutsuzsan acı, öfke, isyan dökülür ceplerinden ve ateşi verirsin
dünyaya da sen de yanarsın. Mutluysan huzur, neşe ve çözümler taşar ceplerinden ve
ışığı verirsin dünyaya da sen de ışırsın.
  
“Yanmasaydım hiç keşke” dediğini duyar gibiyim. Doğru olurdu bu söylediğin
eğer aşk olmasaydı hedefin. Yanmayacaksan zaten aşk için, ne işin vardı da buraya indin?
Yanmadan ışık olunmaz, ışıksız da aşk olmaz desem yetmez mi pekiyi sana? Elbette
sen inanmazsan yetmez. Çünkü öz, kişiye özeldir kimselere benzemez. Kimseden akıl
almaz ve kimseye boyun eğmez. Mağaradan başka yerde de yetişmez. Aşk da özünde
saklıdır, özün ise derinlerde. Yanmak ise yanman için değildir asla. Sana yanmamayı
öğretmek içindir. Aşka varman içindir. Yol uzun ve çetin olsa da çektiğine değecektir.
  
Yolun sonuna yaklaştığında en yorgunsundur ve en kırılgan. Karşına çıkıverir bir kitap
işte o an. İşte o Levh-i Mahfuz seni sağlamlaştırıp dengeler. Varman için gereken güce
doğru çeker. Derine yaklaştığının habercisi ve aşk müjdecisidir o. Selam verip gülümser
sana, bir adım uzağında. Seçim senindir ama o adımı atıp atmamakta.

16 Eylül 2013 Pazartesi

11 MISRA

   11 mISRA
Arada bir yerde dur
Ne eri ben ol
Ne yürü sen ol


Arada bir yerde dur
Orada çok sağlam dur
Her daim biz ol


Bir dur iki ol
İki dur bir ol
Hep sıfır ol

Üç ol harften AŞK
Dolsun kalbe TEK

14 Eylül 2013 Cumartesi

EY OĞUL

EY OĞUL,
   Ya “Yapma!”ları dinlemeyen bir çocuksun kollarından çekiştirdiğim ya da dostumsun sevgiyle dinleyen söylediklerim. Her şekilde de seni hep seveceğim.
Öğretmenin değilim asla; öğrenirken hepimiz. İstersen eğer sadece sohbet ederiz. Biriken incilerimi sunarım sana sert kapaklarımın altında. Ve dinlerim seni hep can kulağıyla.
Yalnızlığımdaki sohbetlerde öğrendim ki dostum, kimseyi mutlu edemem ben ama kimse de beni mutsuz. Ve kalbinden taşarcasına bir sevgiyi ancak kendin bulduğunda tadabilirsin korkusuz.
Eskiden üzülmemeyi beceremediğim her olayda kaçardım ben de yalnızlığıma. Onlara kızardım; hak etmedim ben bunları. Sonra, kendime kızar oldum; bırakıp gitsene onları. Daha da yalnız kaldığımda ölümü sevdim bir ara. O söyledi bana : “Sevmeden yaşamanın ne anlamı var ki. Anlayamıyorsan ve pes ettiysen hadi gel” dedi. Haklıydı ölüm. Bedeliydi sevginin tüm bunlar. Ama değerdi hepsine ve anla
dım. Bir gün öyle affettim ki kendimi ve herkesi, sevginin kendisi oldum. O zaman gördüm ki eskiden sevdiğimi zannettiğimdenmiş tüm kederim. Oysa bir köpeği sevmek istediğinde, korkup ısırdığında bile hâlâ sevebilmekmiş onu gerçek sevgi. Öğretmenin oluverirmiş o korktuğun köpek dişleri.
Kendin bulacaksın kendini ve seveceksin her anını, her yanını. Unutma ki sevmeden kendini, sevemezsin hiç kimseyi.

13 Eylül 2013 Cuma

KİM İTTİ BENİ

        KİM İTTİ BENİ
Kim itti beni dünyaya. Yoksa kendim mi geldim bilmiyorum.
Hatırlamadığım başlangıcımın başı, unuttuğum sonumdan sonra mı yoksa?
Var olmayan bir ölümlü müyüm ölümsüzlük yurdunda?
Yoksa doymadığım için mi ölümlüyüm doğmalara?
Bilmediğini öğrenmek için sıfırdan yeni bir maceraya atlayacak
bu cesaretimin kaynağı ne pekiyi?
0 dan 1′e her gelişimde unuttuğum sıfırlığımın mutluluğunu bana hatırlatıp
beni 10′a vardıracak kutlu 9′u Levh-i Mahfuz’da buldum ben.
İtilmeyi beklemeden atlayın derim gerçek mutluluğa.
Okuyun şimdi ve mucizelere hazır olun.

6 Eylül 2013 Cuma

SIFIR HAYALİ

          SIFIR HAYALİ
     Herşeyi sevmek için sevilmeyi şart koşmayan saf bir çocuğum ben; içindeki sevgilinin aşkıyla gözleri hep parlayan. Aşkından deli olmuş deseler bile umursamaz bir yaramazım asık suratları. Kendi dünyamı anlatırım kendime de kendim çalar kendim dinlerim. Şikayet etmeden halimden, hallerime hükmederim. Tek kaynağa inanır ve tek onunla beslenirim.
     Ağrısa bir yerim mazoşist olur gülerim. Saldırsa biri bana sadist role girerim. Alay etseler benimle, palyaço kesilirim. Övseler beni, içime dönüp selam veririm. Öldürseler hemen dirilir, hapsetseler rüyalarda gezerim. Aç susuz kalsam, irademe kas yaptırır güçlenirim. Aldatılsam “Oh be kurtulmuşum” derim. Şantaj yapsalar “Tamam da dediğinizi yaparsam bu size herkese şantajla hükmedebileceğinizi düşündürecek. Buna izin veremem.” derim. Çalsalar malımı, keşke çalsalardı kapımı derim. Gasp etseler malımı hukuk var mı diye bakınır, yoksa henüz güneş doğmamış buralara der göçerim.
     Sevdiğim ölse, yaşaması gerekeni aldı ve gitti demek ki der, “Hoş gittin”i eklerim. Her doğan bebişe de “Hoş geldin” derim. Sevmediğim kimse olmadığı için nahoş vedalar etmem de kimilerine “Selam” der geçerim. Fakat işittiğim her “Selam”a da açıktır kulağım her daim.
     Hatalarımı ve eksiklerimi biriktirip affedişlerimde harcarım. Hiçi asla bilmediğim içindir hepi her affedişim. Herkesi affedebilmek bana güç verir, kendimi affedebilmem için. Çünkü en kötü benim. Eksi sonsuza kadar uzanır benim kötülüklerim. En iyi de benim ama şaşırsanız da. Çünkü artı sonsuza da uzanır iyiliklerim. Her eksiyi, artıyla işte böyle dengelerim.
     Ben kim miyim?
     Terazinin ortasına oturan sıfır hayaliyim. Tek olan sonsuzun biricik kulu ; sıfır noktasını hedefleyip yokluk deneyinde var olmuş o neşeyim. Levh-i Mahfuz ipine sarılmış tırmanan küçük tırtıllardan biriyim. Ölüm ve yaşamın ortasında nefes alan ve nefes verenim.
     Sıfır ruhu doğsun kalbimizde. Selam olsun hepimize,

Mutluluk Kaderiniz

                       MUTLULUK KADERİNİZ
     Barış geleceğin tek dinidir. Teknoloji de bu geleceğin habercisi. Değişim ise gelmemiz gereken noktaya doğru bizi sürükleyen canlılığın kan akışıdır. O noktaya yaklaşıldığında Levh-i Mahfuz bilgisi açılır, önümüze konur ve gören; gördüğünü anlamaya başlar. Hayatın hızlandığı bu çağda cevaba daha da yaklaşır böylece insanoğlu. Hâlâ okumadıysanız bile paniğe gerek yok. Vakti gelince okursunuz zaten. Hep düşündüğünüz gibi özelsiniz, bu doğruyu unutmayın yeter. Özel olduğunuzun kanıtı ise özünüzde saklı, el değmemiş hazinenizdir. Onu bulmak, zincirleri kırarak özgürleşmenizi sağlayacaktır.
     Bilmediğiniz; mutlu olmanın kaçamayacağınız kaderiniz olduğudur. Sizi mutsuz kılan, tüm bu anlayamadıklarınıza kızmanızın tek nedeni ise henüz kim olduğunuzu ve burada ne aradığınızı bilmemenizden başkası değildir. Her şeyin tepetaklak olduğu bugünlerde doğacak sürprizlere hazır olun. Değişin artık ve inançlarınıza müdahale edin. Düşüncelerinizi içinize yönlendirin. İç yapınızı güçlendirin. Unutmayın ki dışarıda fırtınalar kopsa da bindiğiniz geminin sağlamlığını içeriden anlarsınız ancak. Ne kadar su aldığına bakarak. Bilin ki hayatınızdaki soruları ve sorunları çözmek için, bakış açınızı değiştirmeniz yeter. Düşünün bakalım şimdi kimin bakış açısıyla bakıyorsunuz bu dünyaya? Kim size sizi anlattı da ona hemencecik inandınız böyle? Çocukluğunuza geldi sanırım bu saflığınız. Yeteri kadar sindirebildilerse de sizi, düşünmeye korkar halde yuvarlanmaktasınız demektir hâlâ çaresiz karanlığınızda. Sarsmalı öyleyse son bir kez daha sizi. Cevap verin bana. Fidanken zehirlenen bir ağaç; zehirlendiğini anlayacak kadar dokunabilir mi güneşin ışığına, o cılız yapraklarıyla? Yoksa çocukken dur diyemediğiniz büyükleriniz, kıramadıkları yanlış inanç zincirlerini sizin de mi boynunuza doladı? Bekleşen koyunlara mı çevirdiler sizin gibi arslan yavrularını?
     Hiç şüphesiz bir gerçektir ki inandıklarınız, sizi şekillendiren kimlik bilgilerinizdir. Acı çekiyorsanız şayet önce inançlarınızı sorgulayın. Korkmayın ve inandıklarınıza kendiniz karar verin artık hemen şimdi. Geç değil hiçbir gün uyanmak için. Çünkü geç kalmak yoktur hayatta; o gün doğmaya geciken güneş olmadığı gibi. Karanlık ise yanlış seçimler yaptıran sorgusuz kabullerinizin, güneşe uzanacak cesaretinizi kırmasıdır sadece. Ve dur demedikçe siz bu döngüye; kendini koyun sanan mutsuz bir arslan olarak öleceksiniz ve kaderinize kavuşmak için tekrar geri döneceksiniz. Selam olsun hepimize.

2 Eylül 2013 Pazartesi

SIFIR ORTASI

         SIFIR ORTASI
   “Dursun artık!” dedi insan. Bu acı, gözyaşı bitsin istedi.
Cenneti istedi henüz ona girmemiş olan. Bir selam bekledi yıllarca.
Bir ses, bir umut. En yakından geldi bir gün o ses. Mutlulukla doluverdi birden.
   Selam işitince, kişisel olarak girse de cennetine, alevler dokunuyor hâlâ neşesine.
Herkes mutlu olsun diye atlayası geliyor alevin ortasına da söndürmek için;
durduruyor bir ses. “Senin yanmaman ateşi söndürmez ki. Unutma ki yakmadığın
ateşi sen söndüremezsin. Yakan söndürür ancak.”
  
Yaşamı ve ölümü düşündü insan. Hareketi gördü. Dedi ki ses: “Hareket içeriden
başlar ve içeride biter. Durduğunda ise yeniden başlayarak yenilenir. Hareketin
olmadığı yerde canlılıktan da bahsedemezsin. Canlı olmayı öğrenirken burada sen;
varoluş yolunda kaybolan değil, kendi kendine her gün şekil verensin. Düşüncelerinle
yaşar ve öğrenirsin. Yeniye açılacak cesareti bulduğun gün de şekil değiştirirsin.
Dengeli bir duruşu öğrendiğinde her engeli geçerek sıfıra dönüşeceksin.”
  
Durma şimdi artık canlılık durmaz. Yanma sakın artık bilen yanmaz.
Ayna olma artık da bakan kendini görmesin sende. Şaşırt onları da; katılsınlar neşene.

Sıfır olmak için sıfırın ortasında bir nokta ol önce. Her bakana eşit, her yerde bir ol böylece.
Dön durmadan, döndür başları. Anlat ki bitsin bu gözyaşları.Kötüyü anlat kötüye
affetsin kendini ve sönsün. Sıfırı anlat iyiye de üzülmeden yaşamayı görsün.
Ölüme gülümse, yaşama gülümse. Sııfırda buluştur onları ve birle.
Levh-i Mahfuz bilgisi dağılsın tüm evrene. Selam hepimize,

29 Temmuz 2013 Pazartesi

ARZa DEĞİL ARŞa BAK

   ARZa DEĞİL ARŞa BAK
kARŞındakilere bakmayı bırakıp
İçinden seslenen ile buluş
Ve yARıŞma artık bARıŞ
Çünkü sıfır noktasıdır vARıŞ


Seni zincirleyen tüm şey-h-tanların
‘Ben tanrıyım’ derse
“Benden fazla değil” de
‘Sen tanrısın’ derse
“Senden fazla değil” de


De ki,
Sıfır ile çarpılmanın
Yanlışlığını görsünler
Sıfırın tek rabbinin de
Sonsuz olduğunu bilsinler


Tam bağımsız ol, bağlayamasınlar
Tam doyumu bil, yağlayamasınlar
Kandıramadıklarına üzülürken de
Öyle sev, şaşmadan ağlayamasınlar


Gece bitip gün gelince
Tek din tamama erince
İnsan düşünür derince
Tartışmaz artık görünce


Levh-i Mahfuz’u gökte arayan
Rahman’ı gökten bekler durur
Levh-i Mahfuz’u yerde bulan
Rahim’i yürekten besler yürür


Hiç görmedin Muhammed’i
‘Görmeden inandım’ dedin
Öyleyse gömülen çocuklara
Söyle neden dur demedin


Geç değil, uyan haydi
Temizle sen de elbiseni
Zor olanı kolay kılar sana
Bil ki alemlerin rabbi

24 Temmuz 2013 Çarşamba

AŞK-I SONSUZ

   AŞK-I SONSUZ
Bardaktan boşalırcasına yağan o ruh, mat etti her köşede saklı duran zihnimin şeytanlarını
Rahmet etti tüm benliğimi de; teslim aldı saklı duran kalbimin tahtını
Ürkekçe sevgi gitti de; yerini bir cesur AŞK aldı
Gözyaşlarımdan akan;benim artık
Biri buluşma ve kavuşma mı dedi!

Biri geldi bir damla aşkla; saklı
Öğrenerek bekledik, o derin aklı
Biri geldi, o saklı damlayı tattırdı
Anlattıkça, kavuşma vakti yaklaştı


Ey Rahman, budur senden dileğim
Boşalır nefesim, kırsam zincirim
Doldur Ruhu ve oldur bir Rahim
Bilirim sensin benim Tek sahibim
Döndür zamanı da; öğreneyim isim

Ne kaçarım, git desen
Ne beklerim, gel desen
Bir aşk ki bu bitmeyen
'Sonsuza' söz veren.

Sustukça, söz dolar dilim
Bilmem ki ben ki-MiM
Okudukça bitmeyen Aşk-ı ilim
Son söz, başa dönen bir MiM

Kaybolsam, korkmam bulursun
Ne terk eder, ne unutursun
Bardaklara sığmaz okyanussun
Doyulmaz Aşk-ı sonsuzsun

16 Temmuz 2013 Salı

DİRİLİYORUM

              DİRİLİYORUM  
   Ölümlülerin dünyasındayız. Sen, ben ve o. Ne yapsak da gücümüz yetmez değiştirmeye bunu. Süreli bir rüyadır bu yaşadığımız. Burada yaşamak ya sebepsizdir bizim için ya da bir sebebin peşindeyizdir.Sebepsiz olduğunu düşündüğümüzde de, sebebin peşindeyken de öğreniriz ama kimliğimizi. Hep yanımızda taşıdığımız o kimliğimizi. Öğrendiklerimize bir bak ve gör ! Kaybolmayan ne öğreniyorsak, gerçek olan odur ancak. Boş geldiğini sandığımız bebeklerin bildiği kadardır tüm bildiğimiz. Tüm bildiğimiz, bebek iken de taşıdığımız o kimliğimiz. Ve mutsuzluğu silip mutluluğu çizebildiğimiz kadardır ondan öğrendiğimiz.  
   Şunu demeliyiz öyleyse artık “Bana dünyayı değil kim olduğumu öğretin” çünkü ben nereye gidersem gideyim bilirim ki o kimliğim de benimle gelir. İşte kanıtı: Mutsuzsam; cennete koysanız da değişmez kimliğim “Oysa herşeyi var, hayret neden mutsuz?” dersiniz. Sizi size küstürürüm de mutsuzluktan ağlarsınız. Mutluysam, cehennemle dalga geçen kimliğimden korkar “Bu olsa olsa bir deli” dersiniz. Sizi sizden çok severim de mutlulukla gülümsersiniz. 
   Kim olduğumu bana öğreten ve kimlik bilgilerimi sıfırlamamı sağlayıp cennetin yolunu hediye eden Rabbim Kur’an’ı Levh-i Mahfuz ile açıklıyor şimdi. Ve ben şaşkınlıkla yeni kimliğimin öğrenmelerine doyamıyorum. Aşk yakmıyor artık ve mutluluk başımı döndürüyor. Ölü desen değilim artık. Diriliyorum. Her gün daha çok kim olduğumu öğreniyorum. Bazen acele etsem de kavuşmak için; önünden ayrılamadığım bir tablo gibi güzel bu rüyamıza da dolu dolu şükrediyorum.