25 Kasım 2013 Pazartesi

      DELİRECEKLERE GELSİN
   Tanrıyı bulmadan önce onun karşısına çıkabilecek cesareti bulmalıdır insan. O cesaret, susmayan zihnimizde sürekli yankılanan ‘NEDEN?’ sorusuna olan güvenimizden gelir. Kimi bu soruyu hiç sormaz. Kimi de bu soruya inanmaz. O yüzden onunla sadece ona inanan ve onu arayanlar konuşabilir. Şundan emin olun ki gerçek ‘Tanrı’ inancının kaynağı da evrendeki tüm olayların bir nedeni olduğuna inanmaktan başkası değildir.
   ‘Neden’ sorusunun kaynağı ise sadece ‘FARK’tır. Bu fark, insanın içindeki ile dış dünyada yaşadıkları arasındaki uzaklık kadardır. (Rahim olan Zul-Karneyn olmaktan kurtulamaz)
Bunun için önceleri kaçarlar dış dünyadan yalnız kalacakları mağaralarına. (Kavmini terk eden İbrahim, bir ateş gören Musa, uzaklaşan Meryem, Hîra’daki Muhammed gibi tüm Ashab-ı Kehf)
Kendisiyle başbaşa kalacak kadar ölüdür onlar artık dış dünyaya. Nedenleri soracak nefesleri kalmayana kadar kalırlar orada. Sadece sevgiyle büyüyen kalplerine güvenirler. Ve hakikatle buluştuğunda bu gençler; ‘TEK’ olan yerde soran ile cevaplayan birleşir.( Nefisler birleştiği zaman)
   Asıl macera bundan sonra başlar. Mağaralarından bir cevapla döner daima bu gençler. O cevap, TEK olanın birleşmeye olan çağrısıdır. Seslendikleri toplumda, sevgi ve eşitlik içeren bir bakışa sahip olan şahitler vardır. Bu şahitler, cevabı bu kadar güzel anlatan o kişiyi hemen tanırlar. Gözyaşlarıyla şehrin öbür ucundan koşup gelenlerdir onlar. Deli deliyi gözünden tanır ya işte bu aşıklar için bu sözün doğrusu şöyledir: Veli veliyi özünden tanır.
   Vakit çok mu geç? Sessizliğin hakikat dostları kalmadı artık mı sanırsınız? Ya da yazdığım bu yazıdaki parantezleri mi anlamadınız? Öyleyse siz henüz Levh-i Mahfuz’la tanışmadınız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder