25 Kasım 2013 Pazartesi

     DOKUNMAK SERBEST
     YANMAK SEÇİM ARTIK,

   Uzayı düşlerken, uzayıp giden boşlukta küçülen bir ben olur bedenimiz. Aynı beden, atomaltını düşlerken nasıl da büyür oysa gözümüzde. Hiyerarşik sınıflamalara şartlanmış beynimizle, bu varoluşta kendimize bir yer beğensek de kalıcı olmadığımızı biliriz. Dönüşüm ve hareketin hiç durmadığı bu evrende tutunabileceğimiz sağlam bir durak var mı gerçekten dışarıda? Yoksa durakların hepsini geçici kılan bu hareketliliğin asıl nedeni, içimizdeki meraklı bir çocuk mu zıplamaya doymayan? İşte bu yüzden, tüm bu fiziksel araştırmalar zihnimizi yorsa da asıl peşinde olduğumuz gizem, canlılıkta kilitlenir kalır.
   Ve canlılık, eğer mutluysak güzeldir. Yani bucak bucak kaçarken cehennemden, ailecek cennetin peşindeyizdir. Unutmamalı ki izleyenin izlemeye doyamadığı rüyaları yaşarken hiç bitmesin dediğimiz de olur, ağrı ve acılara dayanamayıp ölmeyi dilediğimiz kâbuslar da. Pekiyi rüyaları kâbuslardan ayıran o fark nereden gelir? İçeriden mi dışarıdan mı? Dışa doğru mu büyümeli, içe doğru mu küçülmeli? İkisini de aşabilen içimizdeki başka bir güç mü yoksa cevap; keşfedilmediği için henüz dokunamadığımız?
   Dokunmak için önce keşfetmek gerekir şüphesiz. Keşfedilene kadar her bilgi bize yasaklıdır. Mesela şu an dış dünyada elektron mikroskobuyla izlediğimiz o virüsler, 100 sene evvel yoklardı diyemeyiz. Dış dünyayla ilgili gelişen bilgi düzeyimiz hakimiyetimizi geliştirse de bu hakimiyet, mutlu olmamıza yetmez. Dış dünyaya ait bilgiler, yine dış dünyadan korunmaya ve gelişkin bir algıya aracı olurlar sadece. Mutluluk ise iç dünyamıza ait bir bilgidir.
   Mutluluğun kaynağı o bilgiler, bundandır ki içeriye yapılacak keşiflerden çağlar. Dış dünyayı keşfeden beynimizin ateşini serinleten tek şey de; iç dünyamızı keşfeden kalbimizden taşan bu bilgilerle yazılan aşk şarkılarıdır elbet. O şarkıların en güzelini dinliyoruz şimdi Kur’an’dan. 1400 yıldır sesini duyamadığımız kulaklarımızın paslı kilidini açan bir anahtar sayesinde. O anahtar ki bir levhada sunuyor bize; okuduğumuz ama göremediğimiz o derin bilgiyi. Dokun, dokunabilirsin artık der gibi de cesaretlendiriyor üstelik. sevgiyle, rahmetle açılıyor kapılar bir bir. Aşk gülümsüyor içimizden, bir çocuğun yanaklarında. Hatıralardaki aynalardan tanıdık bir çocuk bu üstelik. ‘Değiş dünya değiş’ diye zıplıyor masumca ve kendinden emin. Azalıyor giden karanlığın gürültüsü onun her yeni zıplayışında. Selam veriyor içine bakan dostuna ve diyor ki Levh-i Mahfuz’a dokunsana.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder